Çekmeceden arabasının anahtarlarını alan adam karısına seslendi. “Epey oyalandık, trafiğe yakalanmayalım. Hazırsın değil mi?” Diye sordu. Kocasına “Evet hazırım hayatım. Yalnız Ömer gitmeyeceğim diye diretiyor. “Dedi. Adam Ne diyorsun hanım! Akşam akşam canımı sıkmasın, tut kolundan getir.” Dedi. Adam arabasıyla ilerlerken, yan koltukta oturan karısına göz ucuyla baktı. “Çocuğu fazla şımartıyorsun. Nedir bu anlamıyorum ki.” Dedi. Karısı nemli gözleriyle, kocasına bakmadan “Asıl sen anlamamakta diretiyorsun. Ömer’in özel bir çocuk olduğunu hala kabullenmiyorsun.” Diye cevap verdi. Araç trafiği kavşağa yaklaştıklarında iyice yavaşlamıştı. Soğuk su satan, cam silen çocuklar ve çiçekçi kadınlar, duran arabaların aralarına seğirterek tehlikeye aldırmadan günlüklerini çıkarmaya çabalıyorlardı. Sağ arka kapının kapanma sesi duyulunca, kadın panikle, “Ömer indi.” Diye haykırdı. Adam, “Sen direksiyona geç, ben onu getiririm.” Diye cevap verdi. Ömer arabaların arasından koşarak anayol kenarında bulunan ve ışıklandırmasıyla akşamı aydınlatan lunaparkın içine girdi. Hafta sonu olduğundan tıklım tıklımdı. Dönme dolapların, balerinlerin, çarpışan arabaların ve atlı karıncaların etrafında, babalarının elinden tutmuş sıralarını bekleyen çocuklar bulunuyordu. Adam, Ömer’in nereye gittiğini gördüğünden, rahat adımlarla arabaların arasından geçerek parka girdi. Paniğe kapılmaması için karısını arayıp durumu bildirdi. Fark ettirmeden Ömer’i takibe koyuldu. Ömer, bir dönme dolabın olduğu yöne, bir çarpışan arabaların olduğu tarafa, bir de atlı karıncaların olduğu tarafa gidiyordu. Sanki onlara binmiş gibi seviniyordu. Diğer çocukların aileleri Ömer’i kuşkuyla izliyorlardı. İçlerinden “Ne tuhaf çocuk.” Diye düşünenler de oldu tabi. Adam, Ömer’i izleyen bu bakışları kaçırmadı tabi. “Eh, ne de olsa sizin çocuklarınız böyle değil. Bakın, iyice bakın.” Diye homurdandı. Ömer’e karşı, onun bebekliği zamanında duyduğu hislerinin canlandığını duyumsadı. Kızgınlığı biraz olsun geçti. Adam elini omzuna koyunca, Ömer irkildi. Babası olduğunu anlayınca kocaman gülümsedi. Onun, bu her duygusunu doğrudan yansıtışı, adamın her zaman tuhafına gidiyordu. Ama bu gülümsemeye kayıtsız kalamadı. Ömer’in elini tutarak “Hangisine binmek istersin?” diye sordu. Ömer’in gülümsemesi yüzünden silinip yerini gergin bir ifadeye bıraktı. Sağına soluna bakındı. Bir şey söyleyecekmiş gibi bakıyor, ağzından bir tek kelime çıkmıyordu. Adam, Ömer’e eliyle işaret etmesini söyleyince, Ömer rahatladı ve çarpışan arabaları işaret etti. Karısı da onlara katılınca, geç vakitlere kadar neredeyse her oyuncağı denediler. Yorgunluktan bitap düşen Ömer’in ayakta duracak hali kalmamıştı. Adam, Ömer’i sırtlanıp arabaya kadar götürdü ve arka koltuğa onun yanına yerleşti. Ömer’in, dizinde duran başını okşadı. Karısına dönüp şunları söyledi. “Daha önce hiç bu kadar eğlenip mutlu olmamıştım.” Keşke daha önce de gelebilseydik, keşke, keşke…
Misafir Yazar Mehmet Hüseyinçelebi’nin Kaleminden